“Ergenliğin gelişimsel süreci hakkında yazılmış bir sürü kitap var, ancak anneliğe geçişi tanımlayabilecek bir kelimemiz bile yok” diyor Dr. Alexandra Sacks.


Hamile ve lohusalarla çalışan bir psikiyatrist olan Dr. Sacks, bu kelimeyi kendisi arayıp buluyor: “Matrescence”. Tıp kitaplarında değil, doğum ve emzirme alanındaki araştırmalarıyla çığır açmış bir medikal antropolog olan Dana Raphael’in basılmamış bir makalesinde bulmuş cevabı. Matrescence, “anneliğe geçiş” sürecinin var olduğunu kanıtlayan ilk yazılı tanımdır denilebilir.


Türkçe bir karşılığı olmadığı için, bunu şöyle açıklayabiliriz: Tıpkı çocukluktan yetişkinliğe geçişi ifade eden “ergenlik” anlamındaki “adolescence” gibi, “matrescence” de anneliğe geçiş sürecini ifade ediyor. Ben yazıda kolay anlaşılması için buna bir Türkçe karşılık bulmak zorunda hissettim ve şimdilik ona “Ergen Annelik” diyebiliriz. Ergenlik size çoğunlukla olumsuz şeyler çağrıştırıyorsa, “Erken Annelik” de olur. Ya da en iyisi, “adolesan” gibi, “matresan” dönem diyelim ona.


Matresan dönem ya da “anneliğe geçiş” nedir?

Matresan dönem, genellikle bir kadının hayatındaki anneliğe geçiş dönemine eşlik eden karmaşık duyguları ve deneyimleri kapsar. Bu dönemde, bir kadın genellikle kimliğinin bir parçası olarak anneliği kabul etmeye başlar, ancak aynı zamanda önceki kimliğinin diğer yönlerini de sürdürmeye çalışır.


Dr. Sacks, matresan döneminde birçok kadının, önceden sahip oldukları özgürlüklerin, bağımsızlığın ve belki de kariyer hedeflerinin kaybıyla karşı karşıya kalabileceğini belirtir. Bununla birlikte, birçok kadın aynı zamanda yeni bir yaşam hedefi ve kimlik rolü kazanmış olur. Bu, anneliğin kimliğin bir parçası olduğu ancak bir kadının tüm kimliğini oluşturmadığı fikrini destekler.


Kimlik hissinin kaybı, dönüşümün eşiği

“Büyük yaşam geçişleriyle ilişkili karmaşık duyguları nasıl tanımlayacağımızı genellikle pek bilemediğimiz için, çocuk sahibi olmamızın bizi üzgün, öfkeli, kırgın veya kayıp hissettirebileceğini kabullenmek zor olur, çoğu zaman desteksiz kalırız.”


Lio Avellino, mindbodygreen’deki makalesinde böyle anlatıyor. Ebeveynlerin mutlu, minnettar ve çocuklarına karşı dolu dolu bir sevgiyle dolup taşması gerektiğine dair baskın bir inanç bizi öylesine etkiliyor ki, “bakıcılık rolünü üstlenmek için vazgeçmemiz gereken şeylerin yasını tutma fırsatını kaybediyoruz” diyor Lio Avellino: “Baskın beyaz Amerikan kültüründe genellikle yası gerçek ölümle ilişkilendiririz, ancak "değersizleştirilmiş yas" adı verilen bir şey de vardır, bu tür bir yasın cenazesi yoktur. Bu yas, halkın küçümsemesi veya kabul etmemesiyle gelen ya da, duygularımızı dış dünyaya ve bazen kendimize bile göstermeye rahat hissetmediğimiz kayıplar yaşadığımızda ortaya çıkar.”


Avellino, birçok ebeveynin çocuklarıyla olduklarında kendileri gibi hissetmediklerini, çocukları olmadan olduklarında da kendileri gibi hissetmediklerini aktarıyor. “Bende de böyle” diyerek ekliyor: “Hem çocuklarımla olmak istiyorum hem de sürekli olarak onlarsız olmak istiyorum.” Lio Avellino’nun en sevdiği şarkıcı Stevie Nicks isimli bir vokalistmiş. Ancak çocukları doğduktan sonra, bir şekilde Nicks’in müziğinden uzaklaştığını, o müziği dinleyen yanını ilgisiz bıraktığını fark etmiş. Ve çocuklarıyla Stevie Nicks dinlemeye başlamış!


“O yüzden, Stevie Nicks'i açtım ve çocuklarıma bu müziği dinletmeye başladım. Benim için Stevie Nicks, hayatta kendi yolumu seçme özgürlüğümün sembolü. Çocuklarımla Stevie Nicks'i dinlerken, onlara kendi kimliklerini ve kendi değerlerini bulmaları için gerekli alanı açmaya çalışıyorum. Kendi seçimlerimizi yapabilmek ve kendi değerlerimize göre yaşayabilmek bir lüks değil, bir haktır. Kendi sevgimizi ve özgürlüğümüzü çocuklarımıza aktarabilmek, çocuklarımıza kendi sevgilerini ve özgürlüklerini bulma cesaretini vermek demektir. Bir aile oluşturmak ve çocukları yetiştirmek, kendi kimliğimizi ve değerlerimizi çocuklarımıza aktarmanın bir yoludur.


Bir ebeveyn olarak, sadece bir rol oynamıyorum, bir insan olarak yaşıyorum. Kendi değerlerime ve inançlarıma sadık kalarak, çocuklarıma kendileri olmayı ve kendi değerlerine sadık kalmayı öğretiyorum. Ve bu, benim için özgürlük demektir.”


Dönüşemeyen Anne’nin Şarkısı

Lohusa depresyonu, son yıllarda adını daha sık duyduğumuz bir durum haline geldi. Bunun nedeni elbette yalnızca vakaların artıyor olması değil, bu teşhisin anlaşılır ve tespit edilebilir olması da lohusa depresyonunu daha bilinir hale getiriyor.


Bizler de geçmişte Lohusa Depresyonu Farkındalık Haftası gibi başlıklar altında farklı şekillerde konuyu ele almıştık. Ancak konuya aşina birinin hemen gözlemleyebileceği gibi, toplumda lohusa depresyonunu anlamak ve önlemek için daha çok yolumuz var.


TED konuşmasını muhakkak izlemenizi tavsiye edeceğim Dr. Alexandra Sacks, konuşmasında lohusa depresyonu teşhisi ile ilgili yaşadığı zorluğu anlatırken, daha yeni bebek sahibi olmuş pek çok kadın danışanından benzer şeyleri duyduğunu söylüyor. “Hiç iyi bir anne gibi hissetmiyorum, ben bu işi sevmedim, kesin lohusa depresyonundayım!” diye yakınıyormuş lohusalar. Dr. Sacks klinik olarak depresyon emâresi bulamayınca, kadınlar sıkılıp “ama benim şu an böyle hissetmemem gerekirdi” diyormuş.


“Anneliğin beni tam ve mutlu hissettireceğini düşünmüştüm. İçgüdülerimin doğal olarak ne yapmam gerektiğini bana söyleyeceğini düşünmüştüm. Bebeği her zaman öncelikli kılacağımı düşünmüştüm.”


Ölçülemeyecek bazı şeylerin yanlış olduğunu düşünüp duran kadınlar: Lohusalar. “Yeterince iyi bir anne miyim acaba?” diye sorup durmaktan yorgun düşenler. Toplumun beklentileriyle kendi beklentileri arasında sürekli bir fırtınada yaşayan kadınlar.


Lohusa depresyonu mu, anneliğe geçiş mi?

Dr. Sacks, kadınlara “depresyonda değilsin ki” demenin onlara hiç iyi gelmediğini fark edince araştırmış ve “matresan” kavramını bulmuş:


““Matrescence” kelimesinin “adolescence” (ergenlik) kelimesine benzemesi tesadüf değil. İkisi de bedenin değiştiği ve hormonların değiştiği, bir kişinin duygusal olarak nasıl hissettiği ve dünyaya nasıl uyduğu konusunda bir karmaşaya yol açan zamanlardır. Ve ergenlik gibi, matrescence de bir hastalık değildir. Ancak tıbbi sözlükte olmadığı için, doktorlar halkı bu konuda eğitmediği için, daha ciddi bir durum olan doğum sonrası depresyonu ile karıştırılıyor.”


Anneliğe geçiş, bir süreçtir

Sonuç olarak vardığımız yer, yaşamdaki dönüşümlere ve süreçlerin ilerleyişine dair bilgeliğimizi yitirmiş olduğumuz yer oluyor. Ergenlik, hamilelik, menopoz; hatta adet dönemleri bile medikal destekle gerçekleşmesi gereken tıbbi durumlar gibi görülmeye başlandıkça, doğal süreçleri nasıl yaşadığımızı unutabiliyoruz. Kadim zamanlarda törenlerle kutladığımız yaşam döngüleri ve geçişleri, artık ilgimizi çekmiyor. Onları tanımıyoruz.


Annelik yolculuğunun başlangıcında karşılaşılan zorluklar ve engeller, bu perspektifle değerlendirildiğinde çok daha başka gözükebilir. Kadınların birbirini desteklediği, gündelik yüklerin bizi bu kadar boğmadığı zamanlarda değiliz belki ama artık hatırlıyoruz. Anneliğin tek bir duygudan, görevden ya da olgudan ibaret olmadığını, farklı katmanları olduğunu ve zamanla dönüşen yanını anlamak için, hikayelerimizi ve yaslarımızı daha görünür kılmak gibi bir sorumluluğumuz olduğunu görüyorum.


Paylaştığımız, anlaştıkça hafiflediğimiz zamanların artması dileğiyle.





Facebook Yorumları

YORUMLAR

Yorum kurallarını okumak için tıklayınız!

İnternet sitemizde kullanılan çerezlerle ilgili bilgi almak ve tercihlerinizi yönetmek için Çerez Politikası, daha fazla bilgi için Aydınlatma Metni sayfalarını ziyaret edebilirsiniz. Sitemizi kullanarak çerezleri kullanmamızı kabul edersiniz.